9 Mart 2018 Cuma

Askerliğ(im)e Dair

Selamlar, yazıyı yazma amacım hem ileride açıp tekrar okumak, belki denk gelir de okuyan olursa onların da hislerine tercüman olmak ve askerlik boyunca gördüklerimi aklımda kaldığınca kayda geçirmek...

Askerlik şubelerinin duvarında yazdığı gibi ben de askerlik şubesinde tecilimi bozdurarak bir nevi başlamış oldum askerliğe. Muhtemelen hayatımda kararını kendim verdiğim ilk olay olabilir. Tabi bu noktaya gelene kadar da birçok dış etmen oldu. Zaten insan tecilini bozdurunca hem rahatlıyor hem de askerliği bir nevi o dakikadan itibaren başlıyor. Artık gideceğiniz yer ve zamanın açıklanmasını bekliyorsunuz. İşlemi yaptığınız tarihin uygun olduğu celp dönemine göre gideceğiniz zaman da az çok belli oluyor zaten. Ben, Ağustos celbi öncesi tecilimi bozdurdum fakat B grubu olunca Eylül ayının ortasına kaldım. 
Eylül ayında gitmek güneşle sıcakla arası çok da iyi olmayan benim için hiç de fena olmadı. Tek sıkıntı Ağustos ayında gideceğim gözüyle kestirmeyi düşündüğüm saçlarımı bayram ziyaretlerinde sürekli askerlik muhabbetleri çekmemek için bekletmiştim fakat Eylül ayına kalınca haliyle Kurban Bayramı'nda bu konuşmalardan kaçamadım. Ve bilirsiniz askerliğini yapmış herkes konu hakkında ultra profesyonel olmuştur. Herkes tuhaf tuhaf bilgiler, akıllar verir ve bunların hiçbiri de bir işe yaramaz. Zaten o sürece girince girdiğiniz her yerde otomatikman insanlar askerlik anılarını anlatmaya başlıyor. Siz de daha gitmeden kendinizi 2 yıl askerlik yapmış gibi hissediyorsunuz. Yeri gelmişken yazının bu noktasında vereceğim en güzel tavsiye yanınıza birkaç temel eşya almak ve gerisini akışına bırakmak. Herkesin dediğini dinlerseniz işin içinden çıkamazsınız. Bu yüzden bir noktaya kadar ipler sizin elinizde ondan sonrası tamamen doğaçlama...

Ve gideceğiniz gün gelip çatıyor. Askerliğin en zor yanı benim için gideceğim günün gelmesini beklemekti. Çünkü çoğu kişi gibi ben de bir süre önce işimden ayrıldım ve acemi birliğine gideceğim güne kadar dinlenmeye çekildim. Fakat boşta kalınca da insan sıkılmaya başlıyor ve bir an önce o gün gelse de gitsem diye sabırsızlanıyor. Askerliğe çok meraklı olduğundan değil yapacak bir şeyi kalmadığından... 
Sonunda 14 Eylül 2017 gecesi yaklaşık 6 aylık dandik bir serüven için 11 saat kadar sürecek olan Amasya yolcuğuna başlıyorum. Vedalaşma falan filan derken atıyorum kendimi otobüse. Celp dönemlerinin klasiğidir; bindiğiniz otobüsün %75'i saçlarını 3 numaraya vurmuş askerlerden oluşur. Dakika 1 gol 1 şoförün arkasındaki yerime oturuyorum yol arkadaşım da Ankara'ya giden bir asker çıkıyor. Yaşını sorup 28 cevabını aldığımda şaşırıyorum. 24 yaşında askere giden biri olarak geç kaldığımı düşünürken birliğe katılınca kısa dönem askerlerin en küçüklerinden biri oldum. Dolayısıyla sevindim çünkü böyle bir durumla karşılaşmayı pek beklemiyordum.
Yukarıda da yazdığım gibi 1 saatlik lastik patlaması sonucu vakit kaybıyla 11 saat kadar süren yorucu yolculuktan sonra kendimi Amasya'da buldum. Tanıdığım onca insan, ailem, evim, eşyalarım, alışkanlıklarım kilometrelerce uzakta kaldı. Yazdığıma bakmayın çok da taktığım bir durum değildi. Kendi tabirimle boş, duygusuz bir insan olduğum için bu tip şeyler bana zor gelmemiştir. Askerliğin gerektirdiği de budur. Askere giden kişi hangi kalıbın içine girdiğini bilmeli, farkında olmalıdır. Askerlik süresi boyunca -uzun ya da kısa dönem- nelerden uzak kalacağının, önündeki kısıtlı imkanların bilincinde olmalıdır. Bunları zor bir askerlik yaptığımdan yazmıyorum. Tam tersi gerek mevsim gerek eğitim ve usta birliğimi yaptığım yer ve dönem olarak hiçbir zorluk çekmedim. Bunun en büyük sebebi ise az önce yazdığım gibi artık hangi kalıpta olduğumun farkında ve bilincinde olmamdı. Kendinizi bu şekilde hazırladığınızda yer, mekan, zamanın fark edeceğini düşünmüyorum. Zaten işleri zorlaştıran insanlardır, bu tip etkenler değil. 
Neyse şu aşamada düşündüm de yazıyı yazma amacımdan sapmamam hoşuma gitti. Çünkü bu yazıyı sanki özel kuvvetlerde askerlik yapmış bir komandonun hikayesi gibi değil de yaptığım basit askerlik sürecinde bundan ne çıkardığımı belirtmek için yazıyorum.

Artık acemi/eğitim birliğindeyiz. Tugay girişinin meydanındaki çılgın kalabalıktan sıranız geldiğinde önce hangi alay/tabur/bölükte olacağınızı öğreniyorsunuz. Sonra gençliğinizden bir bölümü almak için usta bir asker öncülüğünde kervana takıyorlar sizi... Tebrikler! Artık kendiniz de dahil yaklaşık 430 öküzle aynı çatı altındasınız.
En psikopatından en mülayimine, en akıllısından en aptalına, en kültürlüsünden en cahiline, zengininden fakirine ne hayal edebiliyorsanız işte... Türkiye'deki 80 milyon insan profilinin 400 kişiye indirgenmiş özeti. Bölüğünüz artık küçük Türkiye. Her ilden insan orada ve il ve bölgelerin insan profillerini az çok öğrenmeye başlıyorsunuz. 
21 günlük Amasya maceramda analiz ettiğim en önemli 3 şeyden birincisi, genel olarak ülkemizdeki herkesin aynı özellikleri taşıması; ikincisi ise askerliğin en makbulünün kısa dönem olarak yapılması ve üçüncüsü de askerlikte tepeden tırnağa disipline, düzene dair beklediğinizi bulamamak.
Şöyle bir klişe vardır ya; "Askerlikte mantık yoktur". Bu cümleye çok inanan biri değildim ama hakikaten yok, valla yok...
Bu etkenler etrafında 21 gün boyunca askerliğin temellerini -selam verme, silahlı silahsız hareketler- öğrenmeye çalışıyorsunuz. Öncelikli amaç bu. Diğer yandan sürekli mızmızlanan nerede olduğunun farkında olmayıp bir otel hizmeti bekleyen insanlardan bıkmıştım. Öyle ki paşazademiz daha ilk haftadan çay içtiği kupasını özlemiş. Bir diğeri patates kızartması özlemiş. Diğeri de yemin töreni haftasının sonuna doğru diyor ki "Cumaytesi günü bize vatsaptan meşaj mı gelecek şimdi?". Vay anam ya! Adamların ne kadar güzel dertleri var. Bu adamlar gördüğümüz hafif eğitimin sürünme safhasında 5-6 metrelik sürünme eğitimini dahi çeşitli bahanelerle yapmaya tenezzül etmeyen tipler. Başkası adına utanmak...
Öte yandan içtimalarda komutanlar tarafından ısrarla sorulan "Sorunu olan var mı?" gibi sorulara yine ısrarla saçma sapan soru ve isteklerle verilen cevaplar, diyaloglar günlerinizin eğlenceli geçmesini sağlıyor. Acemilikteki içtimalar tam bir stand-up show!

Derken 3 haftalık periyot sonunda tam herkes birbirine ve ortama alışmaya başlamışken yemin töreni sonrası herkes ülkenin dört bir yanına dağılıyor. Dağıtım iznini kullanmayan doğrudan kullananlar da 5 ya da 7 gün izin sonrası asıl birliğine geçiyor. Ben de dağıtım izni kullananlardanım. Bu izin öyle bir izin ki kullanan da bin pişman kullanmayan da... Annemle yaşadığım diyaloğu yazarsam sanırım daha iyi anlayacaksınız. Dağıtım izninin ilk gününün akşamına doğru 2 saat kadar uyumuşum. Annem de yemeğe kaldırmaya çalışırken aramızda şu diyalog geçti.
Annem: Hadi kalk yemek yiyeceğiz.
Ben: Tamam. Diğerleri nerede?
Diğerleri? Diğerlerinden kast ettiğim 400 küsür kişi. İşte insan o kadar alışıyor...
Bu yüzden dağıtım izni biraz tuhaf geçiyor. Ha bir de bunun yanında acemilikte kısılan sesiniz ve evinize geldiğinizde hava değişiminin etkisiyle (öyle diyorlar) artık hastalık mı diyeyim mallık mı insan iyice bir tuhaf oluyor. Fakat bir yandan da gerekli, sıfırdan başlıyormuş gibi oluyorsunuz.

Evet, artık daha uzun süre vakit geçireceğimiz asıl birliğimize geçme vakti geldi. Yine, yeni insanlar yeni mekan... 3 hafta da buranın acemisisiniz. Tekrar bir alışma süreci derken taşlar biraz daha yerine oturuyor. Ben gibi şanslıysanız ya da şartlar elveriyorsa bir görev veriyorlar. Olmazsa da genel olarak diğer ıvır zıvır işler ve nöbete devam, tabi ki bunlar da bir görev hatta asıl görev nöbettir.
Bana nizamiyede görev verdiler. Memur gibi sabah 7'den akşam 7'ye kadar gün içindeki işlerimiz belliydi. Bu şekilde güzel vakit geçirdim ve askerliğimi bitirdim.
Ha unutmadan usta birliğinin vazgeçilmezi devrecilik ve sıracılık... Bizde devrecilik yoktu ama en son geldiyseniz işler sizdedir. Gerçi bu durum sadece askerlikte değil yaşamın birçok noktasında böyledir zaten.
Nizamiye görevlisi olmanın getirisiyle her gün çarşıya çıkan arkadaşlara gazete ısmarlardık. Normal hayatta berberde sıra beklerken direkt gazetenin arka sayfasını açıp sadece spor haberlerini okuyan ben artık ekonomi haberleri dışında her sayfaya göz atar ve okur oldum. Çünkü sosyal medyanız gazeteler oluyor. Akıllı telefon doğal olarak kullanamıyorsunuz. Ha, kullanan her türlü kullanıyor ama kendi adıma akıllı telefon ve sosyal medya bağımlısı olmayan biri olarak en azından benim sosyal medyam gazetelerdi. Okumak, şöyle bir göz atmaktan her zaman daha faydalı ve akılda kalıcı. Askerlik sürecim boyunca gördüm ki ülkemizin en büyük sorunlarından biri kadına şiddet, kadın cinayetleri ve çocuk istismarı. Her gün illa ki 4-5 haber okuyordum gazetelerde... Okuyunca insan daha da farkına varıyor.
Hazır okuma konusu açılmışken kısa süren askerlik sürecimde 8 tane kitap bitirdiğimi de söyleyeyim. Belki az belki normal ama önemli olan sayısından ziyade okumuş olmak ve okumanın faydasını anlamak. Yukarıda da özellikle yazdım: "okumak, şöyle bir göz atmaktan daha faydalı ve akılda kalıcı"... Askerliğe başlamadan önce de istediğim şeylerden biri okuma alışkanlığı kazanmak istememdi. Umarım normal hayatta da okumaya devam edeceğim. Kitaplara dair ufak da olsa bir kültür edinmem güzel oldu. Okuduğum kitaplar da şunlar; Bindokuzyüzseksendört, Martin Eden, Boğulmamak İçin, Hayvan Çiftliği, Neşter Müziği, Alamut, Şu Çılgın Türkler, Hayalet Uçak. Gelirken de 3 kitap getirdim, beni bekliyorlar...
Okuma konusunu kapatıp telefon konusuna geçmek istiyorum. Gördüm ki insanların büyük bir kısmı gerçekten akıllı telefonları ve sosyal medya hesapları olmadan yaşayamayacaklarını sanıyorlar. Öyle ki yeni katılış yapan asker, tatile giden bir insanın dahi yanına almayacağı elektronik eşyalarla geliyor birliğe. Akıllı telefonu geçtim powerbank, kulaklık, sivil hat, mp3 çalar... Mecburen hepsini elinden aldığımızda da sudan çıkmış balığa dönüyor. Sebebi ise yazıda çok kez belirttiğim gibi nerede olduğunun farkında olmaması. Ve diyor ki "Usta birliğinde telefon serbest dediydiler". Ulan akıllı telefon hangi askeriyede serbest? Sadece bazı şartlar altında göz yumarlar, bu kadar.
Günümüzde şu da klişe oldu: Akıllı telefonların kölesi olduk. Buna da katılan biri değilim. Çünkü teknolojinin geldiği nokta bu. Önce masaüstündeydi sonra dize geldi artık her şey elimizdeki telefonlarda. Buna köle olmayı engelleyecek irade de hala insanlarda.
Konuyu dağıtmadan şöyle bağlamak istiyorum. Askerleri telefon kullanırken yakaladığında ceza, mahkeme vb. ile tehdit eden komutanların büyük çoğunluğunun kafalarını telefonlardan kaldırmaması da büyük bir ironi. Görevimiz gereği birlik içindeki neredeyse her komutanla muhatap olduğumuzdan hepsini gözlemleme fırsatımız oluyordu. Acı gerçek, özellikle de yeni uzman çavuşların %80'inin boş insan olması. Telefondan kafalarını kaldırmıyorlar, muhabbet skalaları birkaç konu dışında (araba, sapıklığa varan kadın muhabbetleri, futbol) yok. Hiçbir önemi olmayan youtube kanallarında saçma sapan bilgilerin ya da olayların aptal bir ses tonuyla anlatıldığı videolarda ne bulduklarını anlamak çok zor. Tam bu noktada arkadaşım Ömer Faruk'un söylediği cümleyi buraya eklemem gerek: "Böyle malları gördükçe bilime, sanata daha fazla sarılmamız gerektiğini anlıyorum". Şerefli bir mesleğin kalitesi bu tip insanlarla düşürülmemeli.

Son olarak askerlikte geçirdiğiniz sürede zamanın ne kadar önemli olduğunu anlıyorsunuz. En büyük kazançlardan biri. Yapmadığınız şeyler ya da elinizin altında olup da yüzüne bakmadığınız şeyler orada büyük önem kazanıyor. En basitinden bir dizi/film izlemek, kitap okumak, bilgisayar oyunu oynamak. Bittiğinde şunu yapacağım bunu yapacağım diye hayal kuruyorsunuz ama şuan kendi adıma söyleyeyim normale yeni dönüyorum. Ama zamanın değeri kulağıma küpe...

Yazı epey uzun olmuş. Genel olarak toparlamam gerekirse az süren askerlik maceramda yaptığım çıkarımlar bunlar. Askerlik insana bir şey vermiyor, tam tersi siz ondan olumlu ne alabiliyorsanız o yanınıza kar kalıyor. Bana kalan birkaç iyi arkadaş, birkaç güzel kitap ve okumanın güzelliğini anlamak...

Semih Bursa
368 KD
08/09.03.2018 - 23:52

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder